18 Temmuz 2011 Pazartesi

Tecrübe

                                                                         

                Tecrübenin sözlükteki anlamı deneyimdir. Bence tecrübe, başarıya giden yolda çekilen çilenin insanda bıraktığı olumlu yanıdır. Tecrübe kelimesini nerelerde duyarız.
                                                   ‘’Tecrübeli Bayan Eleman Arıyoruz.’’
                Gibi iş ilanları vardır. Peki nedir bu tecrübe? Burada tecrübeden kasıt çalışan kişinin daha önce bu işi yapmış olması anlamına gelir. Ben tecrübenin hayatta çok önemli bir yere sahip olduğuna inanan insanlardanım. Bir insanın hayatta tecrübe kazanması için hayatı yaşaması gerekir bu yüzden hayatı çok yaşayanlar yani yaşlı insanlar genç insanlara göre daha tecrübelidir.
                Tecrübeli olmak için sadece hayatı çok yaşamak gerekmez. Mesela bir adam düşünelim 65 yaşında ama hayatı gayet monoton geçmiş, fazla meslek dallarına atanmamış, hayat serüveni küçük bir ev ve işyeri arasında geçmiş insandaki tecrübe; 25 yaşında meslekten mesleğe geçmiş, göçebe bir hayata sahip ve fazlasıyla sosyal bir gencin tecrübesinden az olması gerekir.
                Bazen düşünüyorum nasihatle tecrübe aynı etkiyi yapar mı diye. Galiba yapmıyor, yoksa insanlar hep doğru kararları verirlerdi. Mesela anne ve babalarımız kabul etmeliyiz ki bizden daha tecrübeliler ama genel itibariyle onların nasihatlerine fazla kulak asmayız.
                Ama tecrübe sahibi olmak içinde insanlar kendi kararlarını kendileri vermeleri gerekir. Demek ki anne ve babalarımızda tecrübesizken kendi anne ve babalarının nasihatlerine pek kulak asmamışlar.
                Bence tecrübe pişmanlık sonucu açığa çıkan bir göstergedir(?). Bence ben bu yazı yazmamalıyım, tamam belki akranlarıma göre tecrübeli olabilirim ama bir dergide çıkmak üzere yazılan tecrübe konulu yazıyı yazmak için tecrübesizim…

7 Temmuz 2011 Perşembe

Tipografi

                TİPOGRAFİ
Tipografi (Etimoloji: Yunanca'da "typos" (form) ve "graphia" (yazmak) sözcüklerinden türemiş olan) typographia sözcüğünün Türkçe halidir. Kavram; forma uygun yazmak demektir.
Yazı tipi, punto büyüklüğü, satır uzunluğu, satır arası boşluk ve benzer etkenlerin kombinasyonları ile yapılır. Harf ve yazınsal-görsel ietişime ilişkin diğer elemanların hem görsel, fonksiyonel ve sanatsal düzenlemesi hem de bu elemanlarla oluşturulan bir tasarım dili, anlayışıdır. Reklam amaçlı her faaliyette; mesajı ikna edici kılan tipografi, vazgeçilmez bir unsur olarak öne çıkmıştır.
Tipografi dalında uzmanlaşmış bireylere Tipograf denir. Tipograflar; reklamcılık ve web tasarımı gibi görsel mesajların ağırlıklı olduğu iş kollarında görev yapmaktadırlar.

Tipografi Çalışmaları



6 Temmuz 2011 Çarşamba

Dergicilik Ruhu ve İlkler

DERGİCİLİK RUHU ve İLKLER



DERGİCİLİK RUHU ve İLKLER
Cuma KAHRAMAN
Yakup Kadri, durup dururken almamıştı elbet Kadro dergisinin "imtiyaz sahipliğini". Atatürk'ün
en yakınındaki insanlardan biri, 1932'de Vedat Nedim, Şevket Süreyya, Burhan Asaf gibi
geçmişlerinde komünistlik bulunan kişilerle işbirliğine girme gereksinimini niye duymuştu acaba?
Türkiye özelinde ve zaman dizinsel olarak ele alındığında, düşünce ve yazın dünyamızda başlı
başına rol oynayan bazı dergilerin, toplumumuzun bunalım ya da dönüşüm dönemlerinde boy
gösterdiğini söylemek mümkün görünüyor. Çünkü dergiler; siyasal, kültürel, sanatsal, düşünsel
ve toplumsal olguların değerlendirildiği, tartışıldığı ve yeniden oluşturulmaya çalışıldığı
laboratuvarlardır. Ahmet İhsan Bey'in 1891 yılında Servetifünun dergisini yayımlamasını tek
başına tesadüf ya da kişisel istek gibi nedenlerle açıklamak pek akla yakın gelmiyor. Sadece
Edebiyat-ı Cedide'nin görüşlerini yansıtmakla kalmıyordu elbet Servet-i funün; dönemin bazı
aydınlarının, yazarlarının topluma bakış, toplumu kavrayış açılarında da değişim başlamıştı. Sık
sık sansürün hışmına uğramasının nedeni de buydu. Derginin 1928 yılında Uyanış adını
almasının tek nedeni de yeni harflerin kabul edilmesi değildi. Cumhuriyet düzenini benimseyen
yönetici kesimlerin de aydınların ve yazarların da kültürel beklenti ufku toptan dönüşüme
uğramıştı.
Yakup Kadri, durup dururken almamıştı elbet Kadro dergisinin "imtiyaz sahipliğini". Atatürk'ün
en yakınındaki insanlardan biri, 1932'de Vedat Nedim, Şevket Süreyya, Burhan Asaf gibi
geçmişlerinde komünistlik bulunan kişilerle işbirliğine girme gereksinimini niye duymuştu acaba?
Derginin adı, arkada yatan siyasal, kültürel ve ideolojik asıl neden hakkında çok şey
söylemektedir. Devletçilikle liberalizm arasında yol ayrımına gelmişti Genç Cumhuriyet. Kadro,
birinci yolu tercih etmişti ama dönemin egemen yönetici güçleri farklı düşünüyordu.
Siyasal yaşamımızda olduğu kadar düşünsel/kültürel yaşamımızda olumlu etkileri görülmüş
anımsanması gereken bir başka dergi olan Forum da aydınlarla DP'nin yollarının ayrıldığı
tarihsel bir dönemeçte yayımlanmaya başlamıştı. Siyasal sorun bağlamını bir yana bırakalım.
Edebiyat alanında, yeni eleştiri anlayışının tanıtıldığı, biçimciliğin öne çıkarıldığı (M. And'ın
yazıları anımsanabilir) bir dergiydi Forum. Etkileri hayli geniş. Yön gibi bir derginin çıkabilmesi
için, 27 Mayıs hareketini beklemek gerekmiştir. Beliren yeni sos yo-politik ve sosyo-kültürel
koşulların ve beklentilerin ürünüydü Yön, sonraki Sosyal Adalet ve sayısız dergi.
Kısaca söylemek gerekirse, kimi dergiler, dönemin ruhu'ndan zorunlu biçimde doğmuşlardır.
Mehmet Fuat'ın unutulmaz Yeni Dergi'si burada ilk anımsanacak olanlardan biridir elbet. İkinci
Yeni kavgasının sonuçlandığı, şiirin ölçütlerinin değiştiği bir zamanda çıkmıştır dergi. Ama,
sorun sadece şiirin sorunu değildi. Yeni Dergi tümüyle farklı bir edebiyat anlayışını ve pratiğini
temsil ediyordu. Joyce'la, Beckett'le, Kafka'yla gerçek anlamda Yeni Dergi ve de Yayınevi
tanıştırdı okuru. Bilinç akımı ile de. Camus ve Sartre'la da. Başka türlü bir Marksizm olduğunu
da Fischer'i ve Lukacs'ı yayımlayarak yine de yayınevi anımsattı okura.
Dergiler dönemin ruhu'ndan doğarlar elbet. Ama kimi insanların da dergicilik ruhu'na sahip
olmaları gerekir. Mehmet Fuat böyledir. Yeditepe'nin sahibi ve yönetmeni Hüsamettin Bozok da
dergiclik ruhu'nun temsilcilerindendir elbet. Biraz daha gerilere gidersek, aklımıza ilk gelecek
adlardan biri hiç kuşkusuz Fikir Hareketleri'nin babası Hüseyin Cahit Yalçın, biri de Yeni
Adam'ın mimarı  İsmail Hakkı Baltacıoğlu'dur. Kültür Haftası'nın ve Türk Düşüncesi'nin Peyami
Safa'sını ve Ağaç ile Büyük Doğu'nun sahibi Necip Fazıl'ı da unutmamak gerekir. M. Enata, O.
Burian ve V. Günyol üçlüsünün Yücel'le başlayıp Ufuklar ve Yeni Ufuklar dergileriyle süren



1 / 2


DERGİCİLİK RUHU ve İLKLER

yorulmaz dergiciliklerini de anımsamadan geçmeyelim. Cemal Süreya da dergicilik ruhuyla
doğmuşlardan biridir. Papirüs kaç defa batmış ve Süreya onu kaç defa yeniden çıkarmıştır. Edip
Cansever de bulaşmıştır dergicilik  işine. 1951'de yazı işleri müdürlüğünü Nevzat Üstün'ün
yaptığı Nokta dergisini sekiz sayı çıkarmıştır.
Dergicilik tarihimizle ilgilenecek olanlar daha nice adlara rastlayacaktır orada. Ne mutlu
dergicilik ruhuyla doğanlara ve dönemin ruhunu anlayanlara.                                                      



















Bağımsız Yayıncılığın Sonu Mu?

Biz bağımsız yayıncılar tarafından kaleme alınan bu metin bir bildiri değildir, bir dayatma asla değil… Bu yazıda amaçlanan şey; bir siyasi duruşun, bir siyasal görüşün propagandasını benimsetmek, yaymak; bir partinin program takdimini yapmak, dünyaya bakışını sunmak değildir. Burada siyaset yapılmamaktadır. Aşağıda imzası olan farklı çizgideki biz yayıncılara tek tek bakılınca, bunun böyle anlaşılması gerektiği çok net bir şekilde görülecektir. Ve şu da görülecektir ki, aşağıda imzası olan yayıncıların ortak özelliği başına buyruk olmaktır, kimsenin onayına, kimsenin iznine gereksinim duymadan, dilediği davranışı sergileyen ve zaman zaman mucize sonuçlar da alabilen bir yapıda olmamızdır. Bunun kısaca tanımı ise şudur: Bağımsız bir duruş sergilemek.

İşte şimdi tam da bu noktada, bu bağımsız duruşun bedeli bize -dolayısı ile siz okurlara- ödettirilmek isteniyor.

Biz ve bizim gibi bağımsız yayıncılar her taraftan sıkıştırıldık, her yandan kuşatıldık. Ortalıktan çekilmek, yok olmak tehlikesi ile karşı karşıyayız, mevcudu kalmayan nesneye dönüşmek, yok pahasına gitmek üzereyiz.

Bir yanımızdan holding, banka, medya yayıncılığı, bir yanımızdan korsan yayın ve diğer başka bir yanımızdan da tek tipleşmiş bir Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve belediyeler, bize cehennem azabının ne olduğunu göstermişlerdir. Bizlerin yayımladığı eserler, yazılı ve görsel medyada yer bulamamaktadır. Basının adına medya denmiş, bu sözsel değişimle birlikte birtakım yeni anlayışlar hâkim olmaya başlamıştır. Ve artık içinde bulunduğumuz dönemdeyse medya adı da geçmişte kalmış, evrim geçirip tekelci medyaya dönüşmüştür. Artık esas olarak, kapalı devre bir tanıtım, kapalı devre bir sunum yapılmaktadır. Tanıtım ve sunumlarda, bol reklam veren ve bol reklam alan boyutunun gerektirdiği her türden ilişki, kapalı devre paslaşmalar ile gelişmektedir. Her türden sunum ve tanıtımda eser niteliğinin, okunur olup olmamasının, kalıcılığının, edebi değerinin vb. hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Artık söz konusu olan iyilik, güzellik, kötülük, çirkinlik, ilericilik, gericilik dışında bir şeydir. Mesele tamamen piyasadır. Eser artık eserlikten çıkmış, sadece bir maldır o. O artık piyasa koşullarında pazarlanacak bir metadır. Pazara sürekli mallar sunulur, içinden kimi tutar, kimi tutmaz. Holding kâr zarar hesabını salt yayınevi boyutunda yapmaz, yayın ile hiçbir ilgisi olmayan alanlardaki -elektrik, inşaat, otomotiv, beyaz eşya, kara eşya, para, pul vb.- diğer şirketler de bu boyutun içerisindedir. Piyasalarda iş külliyen değerlendirilir. Holding olarak değerlendirilir, tek tek şirketler olarak değil. Holdingler bazen zarar eden şirketlerini kapatmazlar. Kaldı ki bu şirket salt kâr zarar hesabı gözetilerek kurulmamış da olabilir. Asıl mesele reklam olabilir, marka olabilir, imaj olabilir, şu ya da bu ilişki olabilir, her şey olabilir.

Tekelci medyanın bugün ulaştığı durum, biz bağımsız yayıncılar açısından içler acısıdır. Tekelci medya, devredeki bir akımı kesebilmekte veya yeniden bir akım yaratabilmektedir. Tasarımlayıp, piyasayı sanal yıldızlar ile doldurabileceği gibi, gerçek olanların, sahicilerin üstünü çizebilmektedir.

Değerli okur; lütfen yazılanları, çizilenleri, söyleşileri, röportajları, çok satanları vb. şöylesine bir düşününüz ve etkilenip aldığınız kitapların bazılarını da bu düşüncenizin yanına ekleyip, bir bütün olarak yeniden düşününüz. Düşünmek her zaman iyidir. Düşünmek var olmak demektir. Şimdi biraz da işimizin dağıtıcı ve kitapçı boyutuna gidelim. Masanın üstündeki bir bölüme onları yatıralım. Bizi kitapçıya, dolayısıyla okura ulaştıran ve bize benzeyen, bizim çapımızdaki dağıtım şirketlerinin önemli bir bölümü ya batmış ya da ticari işletmesinin yönünü başka bir alana yönlendirmiştir.

Hâlâ ayakta kalma becerisi gösteren dağıtım şirketleri ise, yukarıda söz konusu edilen bizim dışımızdaki holding yayınevlerinin kitap servisi ile ağırlıklı olarak ilgilenmek zorunda kalmakta, bizler ise bu dağıtım şirketlerinde konu mankenliğimizi sürdürmeye devam etmekteyiz. Holdingler onlara kurallarını dayatmakta, bizler ise, hâlâ inatla bizleri izleyen okurlar sayesinde bazı raflarda yer bulabilmekteyiz.

Dergi yayıncılığı yapmakta olanlarsa, tekel durumundaki dağıtım şirketlerine kapak fiyatlarının % 50 ile % 80'i arasında pay vermeden dergilerini bayilere verememektedir.

Örneğin YAYSAT 3.000 adet dergiyi dağıtmak için 2.950 YTL., satılan her dergi için % 18 ve %50 oranının üstünde iade alınan her dergi için 0,40 YTL. talep etmektedir. Bu koşullar, geçtiğimiz yılın son ayında, mevcut sözleşmelerin süresi bile dikkate alınmaksızın, tüm YAYSAT tedarikçisi dergilere bildirilmiştir. Yayın ile okur arasında köprü olan birçok kitapçı dükkânıysa, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yanlış uygulamaları sonucu, önce birer birer, son bir-iki yıl içinde kitlesel olarak ya kapanmışlar ya da kitabın dışına çıkarak kırtasiyeye yönelmişler, başka işler yapar hale gelmişlerdir.

Oysa Milli Eğitim Bakanlığı, ders kitaplarını gene öğrenciye ücretsiz olarak ulaştırabilirdi, bu iş için de gene kitapçı dükkânlarını kullanabilirdi. Bu iş, tekniğin ulaştığı bu çağda çok da basit bir uygulama ile gerçekleştirilebilirdi. Ders kitabı ücreti, işçi ve memur devlette çalışıyorsa maaşlarına ilave edilebilir, özel sektörde; vergi dairesini, Bağ-Kur'u, SSK'yı, işsizlik söz konusu ise Yeşil Kart'ı kullanarak bir çözüme ulaşılır, bu kurumlarda kitap tutarı ölçüsünde gerekli ödemeler, indirimler ile gene kitapçı kanalı kullanılabilirdi. Böylece, kitabı hem okuyup, hem satan, yaptığı işten keyif alan kitapçıların sayısı büyük ölçüde azalmamış olurdu. Şimdi o klasik kitapçıların da yerini; medya, holding, banka ve son beş yıl içinde de milyar dolarları telaffuz eder hale gelmiş oluşumların dev kitapevi zincirleri almış ve bu alana çöreklenmişlerdir.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, neredeyse iktidarın tüm belediyeleri, türlü ilişkiler ve irtibatlar ile kendilerine bağımlı yandaş yayınevlerinin tırlar dolusu kitabını ilçelerindeki kütüphanelere, onlar da yetmez ise depolarına doldurmuşlardır. Kültür Bakanlığı da, gene aynı şekilde, bu iş için ayrılan fonu, hem kitap hem de dergi alımında siyasal yanı, ilişki boyutunu gözeterek kullanmaktadır. Korsanı engellemek için -tabii ki korsan engellenememiş ve hatta bandrol sonrasında daha da artmıştır- icat edilen bandrole bizlerin yaptığı ödemeler de bu fona dahil edilmektedir. Sadece işin ekonomik boyutu değil, düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen hukuki düzenlemeler ve uygulamalar da yayınevlerini hedef alıyor. Sonuç olarak; biz bağımsız yayıncılar -küçük, orta boy, büyük- ortadan silinince, kitap ve dergi yayımcılığı gene sürecektir.

Gene 16 sayfaya bir forma denecek, gene kitaplara kapak takılacak, o kapaklar üzerinde gene yazar adları, eser adları olacak. Gene önünüze çeşit çeşit, tür tür kitaplar konacak. İmza günleri, söyleşiler gene sürecek. Ama bir fark olacak, yavaş yavaş seçiminize sunulan kitaplar birbirine benzemeye başlayacak, bazı canlı türlerinin hızla tükenmesi gibi, bir kültürel tükeniş ile karşı karşıya kaldığınızı gördüğünüzde iş işten geçmiş olacak. Çünkü artık bir zamanların kültürel çeşitliliğini, farklılıklarını yeniden yaratmak mümkün olmayacak.